Merhaba, ismim Işıl ve ben bir internet bağımlısıyım.

Bu yazıyı aslında bir kaç gün önce yazdım, ama paylaşmadım. Sabah durumun ciddiyeti suratıma bir defa daha çarpınca onu da yazının başına eklemek istedim.

Bu sabah evden çıkarken telefonumu evde unutmuşum. Tren istasyonunda fark ettim. Aklımdan geçenler sırasıyla şöyle idi:

1-Neyse ya, kalsın. Ofiste bilgisayar var zaten.
Ya danışanlarla haberleşmen gerekirse? Dön geri.

2-Ha, o zaman Hande’yi (Türkiye’den ziyarete gelen arkadaşım) arayayım da çıkarken getirsin.
Kimi, neyle arıyorsun? Dön geri.
(Teslim olmuş bir şekilde eve dönmek üzere istasyonun merdivenlerini geri tırmanırken..)

3-Bari yürürken Über çağırayım, ben eve gidene kadar gelir (kurnazım ya), hemen biner giderim.   (Hala kabul edemese de telefonu yoktu, çağıramadı)

Devam et.


Ekranlar hayatımı ele geçirdi. Teknoloji gündelik yaşamıma öyle organikmişçesine girdi ki, refleks olarak her işi internet ile çözüyorum. Bağımlılık demek doğru mu ondan da tam emin olamıyorum.

Mevzu teknoloji olunca size bağımlılıktan kurtulmak için 5 ip ucu vermek de samimi gelmiyor. Bunun yerine, olan  imkanları kendim için en iyi şekilde kullanabileceğim bir denge bulabilme umuduyla kendi tecrübeme odaklanmak istiyorum.


Tek bir tavsiyem var. Ara ara dikkatinizi internetten uzaklaştırıp kendinize döndürün. Denge için ihtiyacınız olan şeyi bedeniniz size söyleyecektir.


Ben çocukken ekran meselesi TV ile sınırlıydı ve zaten yeterince kötüydü. Şimdi cep telefonları, tabletler, akıllı saatler, laptoplar gündelik yaşantımın tamamı oldu. Hayata katılımın vazgeçilmezi haline geldi.

Son dönemlerde, sosyal olmak, bilgili olmak, başarılı olmak, hayata bağlı olmak adına gözlerimi doğadan çevirdiğimi fark ettim. Güne telefonumu uçak modundan çıkartarak başlıyorum.(Geceleri telefonu uçak moduna almak bile benim için yeni bir şey.)

Ben yüzümü yıkayıp kahvemi yaparken mesajlar, notificationlar yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Bunu bilmek bana iyi geliyor. Beni oyalayacak bir şeyler var.

Kahveyle yatağa geri dönüp uyuduğum 7-8 saatlik süreçte ne olmuş, ne bitmiş, kim ne yapmış, ne demiş hepsinden haberdar olmak için sabırsızlanıyorum.Güne doğal ışıkla değil, telefonun ışığıyla başlıyorum. Her sabah yatakta telefonla harcadığım süre 45 dakikayı buluyor. Güne kendimden uzak başlıyorum.

Gün içinde bu durum değişmiyor. Otobüste, trende, seans aralarında, arkadaşımı beklerken, hatta arkadaşlarımla beraberken…

Beni aslında çok da ilgilendirmeyen bir sürü bilgiye maruz kalıyorum, çoğu gereksiz bir sürü şey satın alıyorum. Kimilerinin pırıl pırıl  hayatlarına bakıp acaba neden kendilerini bu şekilde ifşa etmeye ihtiyaç duyduklarını düşünürken (terapi sayesinde benim hayatım neden böyle değil kısmını geçeli biraz zaman oldu) , kimilerinin sonu gelmeyen serzenişlerinin yükünü üzerime alıyorum.  Sonuç olarak dikkatimi kendimden alıp, uzaklara veriyorum. Kendimden iyice uzaklaşıyorum.

Okuduğum haberlerin 99%’u bende umutsuzluk ve korku yaratıyor.

Yoğun internet kullanımı kesinlikle sağlıksızlık duygumu arttırıyor. Kendimi yorgun, güçsüz ve oldukça kaygılı hissediyorum. Kötü bir haber görüp gün boyu bunun takibini yaptığım günler hiç istisnasız başım ağrıyor.

Durum çok kötü olduğunda, uyku kalitemin de düştüğünü fark ediyorum. İçim sıkışıyor. Yorgunluk, güçsüzlük, sersemlik hisleri artıyor.

Durup bedenime odaklanıyorum. Bedenim ne istiyor? Ağrıyan başımın neye ihtiyacı var?

Aslında cevap çok tanıdık. İçine ve doğaya dönmelisin diyor ağrı. Her şeyi bilmek seni daha iyi bir insan yapmıyor. Gözlerinin görmek istediği şey ağaçlar.Gün ışığı. Kaygını, ölüm korkunu ancak doğanın içinde olmak, bedenini hissetmek eritiyor.

Bir kaç haftadır pazar günleri kanal kıyısında 10 km yürüyorum. Henüz telefonumu evde bırakmıyorum, sanırım hazır da değilim. Ama Facebook’a da bakmıyorum.

Bu bir adım.

Londra’nın ortasında da olsa  trafikten, gürültüden ve en önemlisi internetten bir iki saatliğine de olsa uzaklaşmak beni sakinleştiriyor. En tatsız ve karanlık günde dahi, parktan geçerken soğuğu hissetmek, ağaçları, kuşları, ya da terk edilmiş endistüriyel bir alanda doğanın kaygısızca her şeye yeniden sahip çıktığını görmek bana güven veriyor.

Bilinçli olarak internetten uzaklaşmak, bir şeyleri kaçırma, bir şeylerden geri kalma korkusundan ziyade,  zamanın hakkını verdiğimi hissettirmeye başladı. Kendimle daha barışçıl bir ilişki kurduğumu hissediyorum. Kendim için iyi bir şey yaptığımı biliyorum.

Eve gelip yeniden ekran başına geçtiğimde, her ne kadar dikkatimi yeniden uzaklaştırsam da, kendimle daha yakın olduğumu hissediyorum. İçimle kurduğum yakınlık, kalabalıkların içinde hissedilen yalnızlık duygusuna da çare oluyor.

Biraz işi ilerletip şehirden vazgeçmek, doğanın içinde yaşamak nasıl olurdu diye düşünüyorum.

Bu bir seçim.

Seçeneklerim olduğu için kendimi şanslı ve aynı zamanda dengemi korumakla yükümlü hissediyorum.

Published by isilsansoy

Psychotherapy and EMDR in London

%d bloggers like this: