Zor Zamanlarda Ruhsal Olarak Ayakta Kalmanın Yolları

denge-psikoterapi-londra.jpgHepimizi derinden sarsan olumsuzluklarla dolu günler geçirdik. Büyük çalkantılara şahit olmak gündelik yaşantımızı anlamsız bir şekle soktuğunda, kendi dengemizi yitirmemek için kendi iç dünyamızda korunaklı bir alan yaratmalıyız.

Bu zor dönemlerde varoluşumuzu en sağlıklı biçimde sürdürebilmek adına bir kaç öneri…

Yazı sizebutunselyaklasim.com’dan alıntıdır.

Zor zaman deyince hepimizin yaşadığı durum farklı, her birimize sorulsa kim bilir neler anlatırsınız yaşamın sizin için şu an ne kadar zor oluğuna dair. Son zamanlarda yaşanan olaylar sanırım hepimizi güçlü bir şekilde sarsan, derinden yaralayan, endişe yaratan ve umutsuzluğa iten türden. Bu zamanlarda kendi merkezimizde ve dengede kalmak çevremiz, ailemiz, çocuklarımız için son derece önemli. Hep mutlu olalım, neşeli olalım, boş verelim, yok sayalım hedefiyle değil, kendi bireysel yaşam gündemimizi tutabilelim, önceliklerimizi yaşayabilelim, duygularımızı anlayıp, kendi merkezimizde dengede kalabilelim amacına odaklanmalıyız. Ancak böyle olduğunda birlikte daha olumlu adımlar atabiliriz.

  • Daha az haber dinleyin: Biliyorum çok merak ediyoruz ne oldu, ne olmuş, nasıl olmuş. Ne kadar çok sosyal medya ve televizyon başında vakit geçirirsek o kadar kendi içsel sürecimizi kaçırıyoruz ve yaratılan ortak duygu ve içinde savrulup gidiyoruz.
  • Ne izlediğinize, ne dinlediğinize, ne yediğinize dikkat edin: Seçim yapın, kendinizi kaptırmayın, size iyilik yaratan, olumlu, pozitif alternatifleri seçin. Size sunulanı değil, sizin seçtikleriniz hayatınızda yer alsın. Seçimlerinize dikkat edin.
  • Başkalarının bakış açısından bakın: Bizim olaylara bir bakış açımız var, kendimize göre inandığımız, inanmadığımız, arkasında durduğumuz veya sorguladığımız  bir çok konu var. Bizim için zorluk yaratan durumlarda durup bir soralım bu durum karşısında acaba X kişisi ne düşünürdü, nasıl tepki verirdi diye? Bu kişiler bizim kahramanlarımız, yaşamımızda bizde iz bırakan tanıdık tanımadık  kişiler, liderler, sanatçılar olabilir. Onların gözünden olaylara bakıp farklı bakış açılarından duruma odaklanmak düşünce yapımızı saplandığı yerden çıkarıp bize esneklik getirecektir.
  • Bedeninize iyi bakın: Sabah kalkınca iki ayağınızı yatağın yanına basıp bir kaç dakika orada öylece oturun. Önce bedeninizi hissedin, günü yaşamaya hazırlanın. Hem duygu hem düşünce olarak o anda neler oluyor sizde bir durup tanık olun. Sonra güzel bir duş alıp, duştan damlayan suların bedeninizde yarattığı enerjiyi hissedip yaşadığınıza şükür edebilirsiniz.
  • Şükür listesi yapın: Akşam yatarken o güne ve genel olarak hayatınıza odaklanarak şükür edecek en az 10 tane maddeyi bir deftere ya da kağıda yazarak günü kapatın. Bu listenizi sabah kalktığınızda da okuyup güne bu motivasyonla başlayabilirsiniz.
  • Düşüncelerinize merakla odaklanın: Aklımızdan bir çok düşünce geçer, normal olarak bu düşüncelerin akması doğaldır. Zor zamanlarda genelde bir ya da bir kaç düşünceye saplanır kalırız. Hep aynı düşünce yapısı çevresinde döner dururuz, bu da tabi ki bizde negatif duygular yaratır. Ya da duyguların yarattığı olumsuz düşüncelerin çevresinde dolanırız. Düşünceler mi duyguları yaratıyor yoksa duygular mı düşünceleri oluşturuyor? Bu tartışma uzar gider ama gerçek olan düşüncelerimize daha yakından anlamaya çalışan bir merak ile bakarsak kaynağı daha sağlıklı görebiliriz. Böyle zamanlarda aklımızdan çıkmayan düşünceleri tek tek ele alıp aşağıdaki soruları sormak çok yerinde olacaktır.

– Bu düşünce doğru mu?

– Bu düşüncenin kesinlikle doğru olduğunu bilebilir misiniz?

– Bu düşünceye inandığınız zaman nasıl tepki veriyorsunuz, sizde neler oluyor?

– Bu düşünce olmadan siz nasıl biri olurdunuz?

  • Ne kadar düşünüyorsunuz, ne kadar inanıyorsunuz?: İnançları değiştirmek zordur, bazen neden inandığımızı bile bilmeden inandığımız bir çok şey olur. Eğer yaşadığınız olaylarla ilgili inançlarınız var ise bunları fark edin. Bu inançlar da sizin içinde bulunduğunuz duruma etki ediyor ve sizin belki de geleceği görmenizi engelliyor. İnançlarınız hayatınız olmasın.
  • Endişeliyim diye endişe etmeyin: Kötü hissetmemiz, endişe duymamız aslında hayatımızın bir parçası. Bu tür hislerinizi kontrol etmeye çalışmayın, hatta kendinize şu anda endişe duymanın normal olduğunu hatırlatın. Acı, nefret, kayıp, üzüntü, öfke hissetmek için kendinize izin verin. Duygularımızdan kaçmak değil, durup yüzleşmek ve bize verdikleri mesajları dinlemek önemli. Duygularınız hakkında konuşun, onları sanat yolu ile ifade edin, yazı yazın, ağlayın.
  • Her gün size iyi geleceğini düşündüğünüz bir kaç aktivite düşünün: Kitap okumak, yoga, spor, yürüyüş, meditasyon, nefes egzersizi yapmak gibi. Kısa da olsa bu tür aktiviteleri hayatınıza katın. Sağlık uzmanları beden sağlığımız için hareketi haftada 3 kere en az 30 dakika öneriyor. Ruh sağlığımız için hayatımızda nelere yer verdiğimizi de düşünmek iyi olacaktır. Günde 10 dakika ruh sağlığımız için aktiviteye yer verelim, zor zamanlarda da merkezimizde dengede olabilelim.
  • Sevdiklerinize sarılın: Tanıdığınız kişileri gördüğünüzde onlara merhaba, deyip yanaklarından öpmeye bir alternatif sıkı sıkı sarılmanız olur. Deneyin çok iyi geldiğini göreceksiniz. Merhaba deyip sıkı sıkı sarıldığınızda iki kişinin yarattığı ortak enerji çok olumlu ve iyi gelen bir enerji oluyor. Bir tüyo sevdiklerinizi kucakladığınızda sarılmayı ilk bırakan siz olmayın:=)
  • Başkası için güzel bir şey yapın: Ne zaman davranışlarımız olumlu olursa, duygularımız da olumlu oluyor. Birine iyilik yapmak, anında o kişinin yüzünde gördüğümüz gülümseme, içten bir bakış ile bizde mutluluk hissi yaratıyor. Başkası için güzel bir şey yapmamıza engel olacak hiç bir şey yok. Bir bardak su getirmek de olabilir, bir teşekkür maili atmak da, telefon edip hayatınızdaki anlamını paylaşmak da olabilir. Siz olasılıkları gönlünüzce çoğaltabilirsiniz.
  • Hayatınızdaki kontrol edemeyeceğiniz alanları listeleyin: Kontrol edemediğiniz konuları fark edin ve değiştiremeyeceğinizi kabul edin, bırakın gitsin. Etki alanınızda kalmak önemlidir, siz belki de ilgi alanınıza fark etmeden odaklandınız ve kontrol edemediğiniz bir çok konuda değişim yaratamama endişesi duymaya başladınız. Bu ayrımı fark edin.
  • Hayatınızdaki kontrol alanlarınızı listeleyin: Hayatınızda neleri kontrol edebileceğinizi bilmek kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır. Ne kadar olumsuz olsa da gündeminiz, siz ne yiyeceğinizi, kaç dakika yürüyüş yapacağınızı, kimi arayacağınızı, sözlerinizi, davranışlarınızı kontrol edebilirsiniz, kendi hayatınız ve öncelikleriniz hakkında kararlarınızı verebilirsiniz. Yeter ki hedefleriniz sizin kontrol edebileceğiniz ve erişebileceğiniz gerçeklikte olsun.
  • Molalar yaratın: Her şey olumsuz gidiyor olabilir, mutsuz, umutsuz olabilirsiniz. Bulunduğunuz ortamı değiştirmek, bir şey yapmak istememe ruh halinize rağmen farklı bir aktivite yapmak size iyi gelecektir. Bir araba düşünün, ön tekerlekler hangi yöne gidiyorsa arka tekerlekler de onu takip ederler. Siz hareketlerinizi değiştirirseniz, duygularınız da hareketlerinizi takip edecektir. Komik bir filme gitmek, bir arkadaşınızla buluşmak,  sevdiğiniz bir kişi ile baş başa yemeğe çıkmak, kart-kutu oyunu oynamak neden olmasın? Bu molalar size sorunlarla daha dinç mücadele etme imkanı yaratacaktır.
  • Monoton işler yapın: Bazen masa toplamak, dolaplardaki kıyafetleri ayıklamak, temizlik yapmak ruh halimizin olumsuzluğuna iyi bir şifa olabilir. Ne zaman hareket edersek, üretirsek, iş bitirirsek o zaman anda kalırız ve kendimizi çok daha iyi hissederiz. Denenebilir..
  • Hareket edin: Açık havada yürüyüş ve kulağınızda güzel bir müzik sanırım hem bedeninize hem de ruhunuza iyi gelecektir. Vakit yaratın, ortam yaratın hareket edin. Hareket ederken de anda kalmaya odaklanın, ne geçmiş ne gelecek sadece o anda olanlar: kokular, görüntüler, bedeninizde olan değişimler, duyduklarınız.. Hareket bedeni zinde tutacaktır bu da bağışıklık sisteminize olumlu katkı demek. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur, doğru değil mi?
  • Yazın: İsterseniz her sabah kalktığınızda bir deftere 3 sayfa yazı yazın, isterseniz akşam yatarken 6 dakika süre tutun ve bu süre içinde ne yazmak isterseniz yazın, ya da tersi.. Düşünceleri kağıda dökmek çok rahatlatıcı bir süreçtir. Yazmak şifadır. Kendi başınıza yazmak size zor geliyorsa birlikte yazabileceğin kişileri, yerleri bulabilirsiniz.
  • Uykunuza önem verin: Her gün aynı saatte yatağa girmeye özen gösterin. Yatarken tabi ki internete bakmak, televizyon seyretmek, gazete okumak uykuya geçiş sürecinde bizi olumsuz etkileyecektir. Zor zamanlarda uyku öncesi atıştırmalar, içilen içecekler de uyku düzenimizi bozar, dikkat.
  • Hayat amacınızı hatırlayın: Var oluşumuzun gerçek sebebi. Hayat amacımızı bilmek, “ben kimim,  ne yapıyorum, neden bu yaşadıklarımı yaşıyorum, nereye gidiyorum?” sorularına cevap vermemizi sağlar. Hayatınızda ne olursa olsun sizin için yolculuk devam ediyor.  Cevapları biliyorsanız kendinize hatırlatın, bilmiyorsanız bulmak için kendinize sorular sorun: Her sabah yataktan kalkmak için nedeniniz ne? Yemek yemeği unutmanıza ne neden olur? Hayattaki tutkunuz ne?  Öldükten sonra nasıl anılmak istiyorsunuz?
  • Destek gruplarına katılın: Araştırın mutlaka bulacaksınız, sizinle aynı derdi yaşayan, hisseden insanlarla birlikte olmak için harekete geçin. Paylaşmak, konuşmak her zaman iyi gelir.

Şimdi ve Burada, Eckhart Tolle

”SİZ DÜŞÜNCELERİNİZ DEĞİLSİNİZ: SİZ DÜŞÜNCELERİNİZİN GERİSİNDEKİ MUTLAK BİLİNÇSİNİZ.”

Düşünceler çoğu zaman negatif ve acı vericidir. Gelecekten beklentilerimiz vardır, gelecekten bazen korkarız. Şu anda bir şeylerden şikâyet ederiz. Geçmişte yaptıklarımız bizi rahatsız eder. Tüm bu düşünceler egomuz tarafından üretilir fakat gerçek kimliğimiz egomuz değildir. Egonun ürettiği düşünceleri objektif bir şekilde gözlemleyip o düşünceler girdabına kapılmama çabası bizi ruhani hürriyete götüren ilk adımdır.

  • Sadece şimdiki anın gerçekliği vardır.
  • Şimdiki ana direnmeyin sadece kabul edin.
  • Acılara bağımlı olmayın.

“Sürekli hayat şartlarınızı iyileştirmeye çalışarak huzuru bulamazsınız. Onu, yalnızca gerçekte kim olduğunuzun farkına vararak bulabilirsiniz.”

Eckhart Tolle

giphy (1).gif

Terapide Hayaller ve Gerçekler

expectations-vs-realityTerapiye dair hayaller ve gerçekler üzerine yarı ciddi, yarı eğlenerek bir şeyler karaladım.
Aklınıza başka maddeler gelirse bana yazın, listeye ekleyelim.

Hayaller #1: Psikoloğa gitmek tüm sorunlarımı çözer.

Gerçekler: Hayatı tüm sorunlardan arındırıp, düz bir çizgi haline getirmek mümkün değil.

Mümkün olsaydı dahi bunu tercih etmezdik. Terapi, iniş çıkışları ortadan kaldırmaz, bunlarla en verimli şekilde baş edebilme ve hatta bu iniş çıkışlardan güçlenme becerisini kazanmamıza yardımcı olur. Hayatı dolu dolu yaşamayı mümkün kılar.

Hayaller #2: Psikologlar zihnimizi okur.

Gerçekler:  Zihin okumuyoruz.

“Yok vallahi benimki okuyor, leb demeden leblebiyi anlıyor” demeyin 🙂

Okuduğumuz şey zihniniz değil,duygularınız.

Duyguların aktarımı, sözel iletişimin ötesinde bir boyutta gerçekleşiyor. Bu aktarımın farkında olmak terapist olmaya dair en önemli becerilerden bir tanesi.

Sizinle terapötik bir bağ kurduğumuzda, hissettiğiniz şeyleri hissederek adlandırmakta güçlük çektiğiniz duyguların farkına varmak konusunda eğitildik.

Terapistler, terapist olma sürecinde; duygular, düşünceler, beden duyumları üzerine yıllarca düşünüp, kendi iç dünyaları üzerine bolca çalışırlar. Siz de yoğun bir terapi sürecine kendinzi adayarak bu farkındalık noktasına gelebilirsiniz.

Hayaller#3: Terapide benim bir şey yapmama gerek yok, seansta terapist sorunu benim için çözer.

Gerçekler
: Terapide en sık rastladığım hayal bu.

Pek çok kişi terapiye basit bir çözüm reçetesi almak için geliyor ve hayal kırıklığına uğruyor. ‘Terapiye gittim, işe yaramadı’ deyip işin içinden çıkıyor. (Daha doğrusu çıkamıyor.)

Terapi iki tarafın da kendini adamasını ve sorumluluk almasını gerektiren bir süreç.

CBT ve benzeri  planlı, ödevler veren, reçete benzeri terapi yönelimlerinde dahi, danışana seans aralarında çok iş düşer. Davranışsal değişikliklerin yanısıra belli bir iç görü seviyesine erişmek emek ister.  Terapiye zaman ve emek vermeden, terapiden fayda alamazsınız.

Terapinin işe yaramasını istiyorsanız; kendinizi, duygularınızı, davranışlarınızı, bedeninizi dikkatle gözlemlemeyi öğrenmek ve hatta bir alışkanlık haline getirmeniz şart.

Terapiden kazanacağınız en değerli iki özellik, içsel farkındalık ve hayatla baş etme kapasitesi.

 

Hayaller#4: İyi bir terapist sorunu bir iki seansta çözer.

Gerçekler: Çok spesifik, yetişkinlikte yaşanmış bir travmayı takip eden, başı-sonu belli bir olaydan kaynaklanan semptomları bir kaç EMDR seansıyla gidermek mümkün olabiliyor. Bu çok nadir de olsa karşılaştığım bir durum.

İşin aslı şu şekilde…

Uzun süreli depresyon, anksiyete, panik ataklar, obsesif kompulsif bozukluklar, fobiler  vb. süre gelen durumlar, genellikle gelişme döneminde yaşanan olumsuz olaylar ve ihmal edilmiş duygusal ihtiyaçlardan temellenerek su yüzüne çıkar. Sadece tek bir semptomla değil, genel olarak, hayat karşısında oluşabilecek bütün zorluklarla baş edebilir hale gelecek içsel kapasiteyi oluşturmak, zaman, özveri ve iyi bir terapötik ilişki gerektirir. İyi bir terapist, size güvenli bir alan sağlayarak bu ilişkiyi kurmanızı mümkün kılan terapisttir.

Sadece tek bir semptomu gidermek, belki bir süre için daha iyi hissetmemizi sağlayabilir ama bu durum kalıcı olmaz.  Kalıcı bir farkındalık ve baş etme kapasitesi,  terapi sayesinde kendinizle ve dünyayla farklı bir ilişki kurmanızı gerektirir. Bu noktaya erişmek emek ister.

Bunu içinizeki çocuğu baştan dünyaya getirip, yeniden yetiştirmek gibi görebilirsiniz.

Hayaller #5: Seansta konuşup rahatlayacağım. Seanstan kötü hissederek çıktıysam bir şeyler yanlıştır.

Gerçekler: Seanslarda, dışarda konuşamadığımız şeyleri konuşup rahatladığımız doğrudur ama bu her zaman, her seans için geçerli bir durum değildir. Terapi süreci zaman zaman zorlayıcı olmalıdır.. Seans sonlarında iyi ya da kötü, yoğun bir şeyler hissediyorsanız bu iyi çalıştığınıza işarettir.

Duygunuzu gözlemleyip dinleyin, sizi nereye yönlendirmeye çalıştığını anlayın.

Hayatta sonsuz, kalıcı bir mutluluk, ferahlık yakalamak mümkün değil. Kalıcı bir baş edebilme kapasitesi, zorluklara rağmen yaşama gücü ve cesaretine sahip olmak daha gerçekçi bir hedef.

Önemli olan nokta, olumsuzluklarla, zor duygularla baş ederek hayata doldu dolu devam edebilecek gücü kendimizde bulmak. Daha doğrusu, gündelik hayatımızı bize güç verecek şekilde düzenlemek ve anlamlı bir hayat yaşamak.

Hayaller #6: Terapiye giden delidir. 

Gerçekler: Bu düşünceyle hem kendini terapiden mahrum bırakan, hem de çevresindekileri yargılayarak hayatlarını zorlaştıran insanlara hem kızıyor, hem üzülüyorum.

Kızgın tarafımın size cevabı: Bunu söyleyen delidir.

Hayaller #7: Terapistler delidir. Kendilerini çözmek için terapist olurlar.

Gerçekler:  Belki de! 🙂

Terapistler (özellikle yüksek standartlarda iyi bir eğitim almış terapistler) terapist olma süreçlerinde kendileriyle öyle derinlemesine uğraşırlar ki, süreç sonunda toplumsal kalıpların ötesine geçmiş bireyler olarak göze  biraz marjinal görünebilirler. Delilik buysa, deliyiz kabul! 🙂

Hayaller #8: Yaşadığım acıları terapistimle paylaşırsam ona yük olurum, onu üzerim. Ayıp olur.

Gerçekler: Bu da, özellikle, zor duyguların üzerini örtme eğiliminde olan ailelerde yetişmiş danışanlarda karşılaştığım bir durum.

Terapistlik mesleği, hayatın her türlü gerçeğiyle baş etme gücünü bulmanıza destek olmak için var ve terapistiniz bu işi yapmayı isteyerek seçti.

Elbette biz de insanız, terapide sizinle bağ kurarken sizin acınızı hissediyor olacağız. Kendi içimizde hayatın getirdikleriyle baş etmeyi öğrenmemiz gerekiyor.

Önemli olan o acıyla kalabilme kapasitemiz ve biz bunun için eğitildik. Bunu en sağlıklı şekilde devam ettirebilmek için biz de terapiye gidiyor, devamlı bir şekilde süpervizyon alıyor, kendimize çok iyi bakıyoruz.

Bizim için endişe etmenize gerek yok.

 

Kıskançlığın üstesinden gelmek…

The Business of Self-EsteemKıskançlık, insan olmaya dair en tatsız ve yorucu tecrübelerden bir tanesi… İçinde pek çok karmaşık duyguyu barındıran bir ruh hali ve doğru ele alınmadığında kendi kendini gerçekleştiren bir felaket tellalı.

Kıskançlığı doğru ele almak derken, güvenli bir alanda, kıskançlıkla dürüstçe yüzleşmekten ve bize söylediklerini fark etmekten bahsediyorum.

Özel hayatımda kıskançlığını açık yüreklilikle ifade eden çok az insana rastladım. Onlar da genellikle aldatma-aldatılma geçmişi sebebiyle (yani bir nevi meşrulaştırılmış bir kıskançlık) kıskandıklarını dile getiriyorlardı. Çoğumuz için kıskançlığı kabullenmek, güçsüzlüğü kabullenmekle eştir ve bundan kaçarız.

Çoğumuz, konu kıskançlık olduğunda derhal defansa geçeriz.

Egomuz haykırır:

”AAAAAA NALAKASI VAR YA! Ben onu mu kıskanıcam! BEN Mİ onu KISKANICAM!
Yok ya bana ne, mutluluklar dilerim!”

Kendinize biraz şefkat gösterin.

Kıskanmak utanılacak bir şey değil, bu güçlendirmek istediğimiz yönlerimizin olduğunun habercisi. Hayat, ulaşmak istediğimiz bir şey olmasaydı çok sıkıcı olurdu.

Çocukluğumuzdan bu yana bizi güçlendiren şey aslında kırılganlıklarımızın üstesinden gelme mücadelemiz.

Sevilmek, sayılmak, iyi olmak, kabul edilmek istiyoruz.

Çocukken ailemizin ilgisini üzerimizde tutmak, arkadaş gruplarında popüler olmak, okulda, iş hayatında, aşk hayatında hep iyi ve başarılı olmak…
Kabul edilmek, güç sahibi olmak, VAR OLMAK, kendimizi ve gücümüzü kanıtlamak istiyoruz. Elbette ki isteyeceğiz, bundan daha normal ne var?

Problem,bir şey eksik kaldığında bunu dünyanın sonuymuşçasına tecrübe ettiğimizde başlıyor. İlk önce korku geliyor, ardından öfke, nefret, üzüntü, tiksinme, isyan ve olumsuz davranışlar.

Bu hislerin kaynağını kendi kırılgan noktalarımızda aramadığımızda, sonsuz bir kıskançlık ve agresyon döngüsüne giriyoruz ve gerçekten de korktuğumuz başımıza geliyor.

Çok sevip, çok kıskandığımız sevgilimiz kendi özgüvensizliğimizden sıkılıp bize olan sevgisini ve saygısını yitiriyor, başka ilişkilere yelken açıyor. Kardeşimizle, ailemizle aramız açılıyor, olumsuz duygular yüzünden yapıcı yönümüze odaklanamayıp o çok istediğimiz işi kaybediyoruz ve kaçınmaya çalıştığımız felaket gerçek oluyor.

Bu döngünün içinde zaman kaybetmek anlamsız. Kendimize dönelim. Döngüden çıkmanın tek yolu duygularımızı dinlemek, anlamak, adlandırmak ve yönetmek.

Kıskançlık dediğimiz korku, öfke, nefret kombosu bize aslında ne demeye çalışıyor?

Terapide güvenli bir alan yaratıp işin derinliklerine indiğimizde aslında en derin korkularmız ortaya çıkar. Yalnızlık, unutulmak, ölüm ve yok oluş.

Bu korkular herkese ait en temel korkular.

Bu korkuları gizlemeye çalışmaktansa, kırılgan noktalarımızı diğer insanlarla paylaşarak aslında varoluşumuzu her yönüyle olumluyoruz. Özellikle yakın ilişkilerinizde derinlerde yatan korkularınızı ifade etmekten kaçınmayın. Emin olun herkes bu duygulara sahip ve kırılganlıklarınızı  paylaşmak kurduğunuz bağları güçlendirecektir.

Bir diğer nokta, her anı anlamlı bir şekilde yaşamak; yani içinizdeki sesi iyi dinleyip her ne yapıyorsanız severek, isteyerek yapmak.

Kendinize sorun:

Ben ne istiyorum?

Bu dünyaya bir kere geldiniz ve süreniz kısıtlı. Bu zamanı nasıl geçirmek istiyorum? Hayatınızdan, ilişkilerinizden, işinizden beklentileriniz neler? Benim neye ihtiyacım var?
Sizi heyecanlandıran, iştahlandıran şeyler neler?

Kıskançlığın içinde gizli yapıcı mesajı keşfedin ve sizi olumlu yönde değiştirmesine izin verin.

Performans odaklı kıskançlıklarda işin sırrı, olduğunuz kişi olarak eşsiz ve değerli olduğunuzu kabul etmek ve kendinizi diğerleriyle kıyaslamayı bir kenara bırakmakta.

Yapmamız gereken şey, hedefimize giden yolda eksik olduğumuzu hissettiğimiz yönler varsa, ki her zaman vardır, bu alanlarda gerekli adımları gerçekçi bir biçimde belirlemek ve kendimizi geliştirmek.

Sosyal ilişkilerde yaşanan kıskançlıklar ise genelde değersizlik, önemsizlik temalarının altından beslenirler.

Unutmayın! Siz önemlisiniz, kendinizi kimseyle kıyaslamayın.

Sizinle kurduğu bağdan beslenecek, varlığınızla iyi geleceğiniz milyonlarca insan var.

Bu dünyada, her zaman, her yerde, birilerinin size ihtiyacı var.

Önce kendi ihtiyaçlarınızı belirleyin ve giderin, bunu yaparak kendinizi başkalarıyla kıyaslama alışkanlığının önüne geçebilirsiniz.

Çevrenizdeki insanlarla bağ kurmak, size güçsüz hissettirenlerle savaşmaktansa tam da kaybetmekten korktuğunuz kişilere açılmak, korkunuzu ve öfkenizi yenmenize yardımcı olacaktır.

Mini Terapi No.9- Masum Nutella

MiniTerapi Serisi (3).png

MiniTerapi’ler her zaman psikolojik tedavilerden kırpılacak diye bir kural yok!

Bugün Nutella severlerin, kendilerini kavanozda kaybettikten sonra yaşadıkları suçluluk duygusunu tamamen ortadan kaldıracak bir tarif ile karşınızdayım grin emoticon

Aşağıdaki malzemeleri blenderda çekin, zerre suçluluk hissetmeden Nutellanızı için!

Masum Nutella Smoothie- Hem de vegan!

İçindekiler:

Bir adet muz- İnternette ara ara karşımıza çıkan antidepresan etkili gıdalar listeleriyle karşılaştıysanız, muzun bu listelerin demirbaşlarından bir tanesi olduğunu fark etmişsinizdir. Muzun içinde bulunan triptofan (hindide ve ılık sütte de bulunup bizi gevşeten, uyumamızı sağlayan şey) vücudumuzun serotonine (bu da halk arasında mutluluk hormonu olarak bilinir) dönüştürdüğü bir protein. Yani muz, ruhunuza mutluluk, midenize tokluk, smoothienize lezzet ve kıvam katacaktır.

Bir-iki tatlı kaşığı ham kakao (nesquick değil, ham!)- Çikolatadan uzak durmaya çalışırken, kakaoya yaklaşmanızda hiç bir sakınca yok. Ham kakaonun tadı acı olsa da smoothie içerisine katacağımız bir iki kaşık kakao, bize çikolatalı bir şey içtiğimiz hissini verecek.
Ham kakaonun faydaları saymakla bitmiyor; Kakao da muz gibi içimize saf mutluluk enjekte ederken, hem antioxidan, hem afrodizyak görevi görüyor. Hormonlarla ilintili ruhsal dalgalanmaları stabilize ediyor. Bu karışımı düzenli için, PMS’i unutun.

Fındık sütü: Smoothiemizin en kritik parçası fındık sütü. Az kalorili olması, laktozsuz olması, içindeki B vitamini ve folik asit gibi güzellikler haricinde, bizim için en önemli özelliği Nutellanın yapıtaşlarından fındığı smoothiemize güzelce karıştırması.
Dikkat! Marketlerde satılan fındık sütleri şeker katkılı olabiliyor. Şekersiz olanı bulabilirseniz, kendiniz biraz bal ekleyerek tatlandırabilirsiniz.

Kendi fındık sütünüzü, fındıkları bir gece önceden suda bekletip, ertesi gün blenderda çekip süzerek kendiniz de yapabilirsiniz. Biraz zahmetli ama internette çeşitli tarifler mevcut.

Bal: Dürüst olalım bu tarifte maksat yağ yakmak değil. Bu tarif bir acil durum, bir tatlı krizi tarifi. O yüzden bal koymayın demeyeceğim, nutellayı kaşıklamaktansa smoothinenize iki damla bal koyun. Nedir yani? Balın da serotoninle iyi bir ilişkisi var, mutluluk getiriyor. Diğer faydalarını yazmak çok uzun sürer, siz biliyorsunuz zaten.

Chia tohumu: Son zamanlarda moda olan bu tohum, bol lifli yapısı, antioksidan etkisi, Omega 3 bakımından zengin olmasıyla öne çıkıyor. Benim için ise en önemli özelliği, suyun içinde şişmesi. Eğer bu smoothieyi sabah kahvaltısında içiyor ve sizi tok tutsun istiyorsanız içine biraz chia tohumu ekleyin. Smoothienizi yapıp hemen içerseniz, içerken kıvamında fazla bir değişiklik hissetmeyeceksiniz, ama bir bardak az kalorili nutella sizi öğle yemeğine kadar idare edecek. Düşüncesi bile mutluluk veriyor!

Smoothim daha da kıvamlı olsun, gerekirse kaşık kaşık yiyeyim diyorsanız içine keten tohumu, badem, ceviz, fındık, kaju vb, yulaf kepeği ekleyebilirsiniz.

Aynı şekilde buz ekleyip eklememek de tamamen sizin damak zevkinize kalmış.

Afiyet olsun!

Diğer MiniTerapi‘leri incelemek için Facebook Page‘imi takip edebilirsiniz.

Terapistin Ruhsal Hijyen Kılavuzu

Untitled designTerapistlik, güzel olduğu kadar zor da bir zanaat. Günlerimiz genellikle olumsuz yaşantıların içinde, kemikleşmiş olumsuz inançları sorgulamakla, gerçekten çok acı ve zor durumlar yaşayan insanlara eşlik ederek geçiyor.

Her hafta onlarca kişinin en karanlık anılarıyla, en derin yaralarıyla bağ kurup tükenmeden mesleğe devam edebilmek için bizim kendimize çok iyi bakıyor olmamız lazım.

Ruhsal kapasitemizi düşürmeden, temiz ve geniş tutmak, kaliteli yaşam sanatının ustası olmaktan geçiyor. Terapist olmanın getirdiği en büyük sorumlulukardan bir tanesi tam olarak bu.

Bu yazıda, Londra’da yaşayan bir Türk terapist olarak kendi ruh sağlığımı nasıl koruduğumun ip uçlarını veriyor olacağım.

Bu öneriler, zaman zaman ruhunun daraldığını hisseden herkesin hayatına rahatlıkla entegre edilebilir.

1- Aktif bir sosyal hayatınız olsun! 

Terapistlerin zaman zaman içine düştükleri bir durum (ben de dahil) terapistlik rolünü 7-24 üstlenmiş olmaktır. Kendilerinden hep aklıbaşında, sakin ve anlayışlı olmaları beklenir, ancak bu sürdürülebilir bir pozisyon değildir.

Biz terapistler de insanız, biz de üzülüyor, kızıyor, saçmalıyor, ağlıyor, hatalar yapıyoruz. Zaten böyle olmasak insan olmayı derinlemesine tecrübe edip özümseyemez, karşımıza çıkan durumları anlamaz ve hatta yadırgar olurduk.

İnsan olma tecrübesini dibine kadar yaşarken, bizim de yanımızda duracak arkadaşlara ihtiyacımız var.

Hayatınızda; sık görüştüğünüz, birlikte eğlendiğiniz, dertleştiğiniz, sizi terapist olarak değil de olduğunuz gibi kabul eden bir kaç kişi olması yeterli. Buradaki püf noktası, bu kişilerle birlikteyken ‘terapist’ olmak zorunda olmamanız.

Terapistlerin çoğu, kişisel ilişkilerinde sınır çizdiklerinde ya da öfkelerini ifade ettiklerinde partner ya da arkadaşlarından şu lafı duyarlar ve bundan nefret ederler:

”Biraz anlayış göster, bi de terapist olacaksın!”

Öfke insana dair bir duygudur, terapist de her tür duygunun insanıdır ve duygularının farkındadır. Kendinize sizden  terapistlik beklemeyen arkadaşlar edinin. Sizi öfkenizle, acınızla, depresyonunuzla kabul etsinler, öyle sevsinler, ruhunuz genişlesin.

2- Kişisel Terapi

Her terapistin bir terapiste gittiğini, en azından gitmesi gerektiğini biliyor muydunuz?

Psikoterapist olma süreci oldukça uzun bir süreç. Teorik ve pratik eğitim bir kenara dursun, bu sürecin en öğretici yanlarından bir tanesi de kendi terapistimizle olan ilişkimiz.

İngiltere’de terapistlerin eğitim sürecinde terapiye gitmeleri mecburi. Türkiye’de de tanıdığım terapistler mecbur olmasalar da kendi terapilerine gitmeyi eksik etmiyorlar.

Terapistin kendi duygularını, motivasyonunu iyi anlaması ve kendi yaşantısından beklentilerini devamlı analiz edip bu doğrultuda bilinçli hareket etmesi, duygusal ihtiyaçlarını gidermesinde önemli rol oynayacak, mesleğini ve yaşantısını daha kaliteli hale getirecektir.

Kısacası, terapist olsanız da olmasanız da terapiye gidin!

3-Gym-Yürüyüş- Egzersiz!

Her şey duygu düşünceden ibaret  değil. Varoluşumuzun büyük bir kısmı da bedenimizin içinde vuku buluyor. Şehir hayatında çoğumuzun günü genelde oturarak geçiyor. İçimizde biriken enerji bazen kendini çeşitli şekillerde stres ve sıkıntı olarak ortaya koyabiliyor.

Hareket etmenin beyin üzerindeki güzel etkileri üzerine bilimsel vaaz vermeyeceğim.

Şahsi tecrübem,  seanslara başlamadan gyme gitmek, ofise bisikletle gitmek ya da yürümek, seanslarda kendimi daha sakin, geniş ve dengeli hissetmemi sağlıyor.  Duyguları taşıma kapasitem geniş kalıyor.

4- Kendinizi şımartın

Hazır gymden bahsetmişken, gymdeki en güzel şeylerden bir tanesi de sauna! Sauna bedenimizi ısıtır, gevşetirken bağşıklık sistemimizi de güçlendiriyor. Hasta olacak gibi olduğunuzda saunada 10 dakika geçirin, ertesi gün bomba gibi olacaksınız.

Bedeninize iyi bakın. Bugün kendime nasıl bir iyilik yapabilirm? Bana ne iyi gelir? gibi soruları sık sık kendinize sorun.

5- Uyku da bu anlamda çok önemlidir. Bazı günler, kendime nasıl bir iyilik yapabilirim sorusunun cevabı 9’da yatıp uyumak olabilir. Uyku konusunda kendinize karşı cömert olun. Gün içerisinde zihnimize aldığımız tonlarca bilginin ayıklanıp, derlenip toplandığı saatler uyuduğumuz saatlerdir.

Uyku hijyeninize ayrıca dikkat etmelisiniz. Yatağınız, yatak odanız, uykunuzu en rahat şekilde uyuyup sabah güne enerjik başlamanızı sağlayacak detaylara sahip olsun. Yatak, yastık, yorgan, ışık, ses,  lavanta…Size ne iyi gelecekse. Kendinizi rahat ettirme konusuna özen gösterin.

Uyku öncesi, uykunuza kötü gelecek şeylerden; ağır yemekler yemek vb. kaçının. Yatmadan sıcak bir şeyler içmek istiyorsanız, kafein içeren çay-kahve vb şeyler değil de  sizi rahatlatacak bitki çayları için. Benim tercihim ıhlamur.

6- Mindfulness (Farkındalık)- Mindfulness’dan daha önce Mini Terapi paylaşımlarında bahsetmiştim. İçinde bulunduğumuz anın, beden duyumlarımızın farkında olmak, hele ki bedenimize iyi bir şey deneyimletirken (mesela sauna) pozitif etkileri kat kat arttıracaktır. Saunaya gitmek zor geliyorsa aynı etkiyi evde sıcak banyolar yaparak da yaratabilirsiniz.

Saunada ısınan bedeninize, gevşeyen kaslarınıza odaklanmaktan daha güzel bir zihin boşaltma yöntemi yok. Hele kışın!

Bahar, yaz ayları için daha güzel olan yöntemi  bir sonraki maddede anlatayım!

7- Park Yürüyüşleri- Doğayla bağ kurun!

İçimizin en sıkıştığı anlarda, özellikle ölüm, anksiyete ve benzeri konular hayatımızda ön plandaysa, bunların en güzel ilacı bir parçası olduğumuzu sıklıkla unuttuğumuz doğayla yeniden bağ kurmak.

Londra’da parkların dibinde oturmaktan vazgeçmiyor oluşum bu yüzdendir!

Özellikle pazar günleri parka gider ağaçlara ve gökyüzüne baka baka yürürüm. Yürüyüşün bir kısmı serbest bıraktığım zihnimin yaptığı çağrışımların farkına varmakla geçer, genellikle bu süreç yarım saat içerisinde bir takım yaratıcı fikirlerin ortaya çıkmasıyla keyiflenir.

Yürüyüşün sonlarına doğru içim, yaşadığım ana şükretme duygusu ile dolar.

Bir bütünlük duygusu ile ağaçlara sarılasım gelir! 🙂

Eğer fırsatınız varsa, parklarla da yetinmeyin daha uzun doğa yürüyüşleri yapın. Hazır havalar da yavaş yavaş düzelirken, yapılacaklar listemin başına bir hiking tatili ekledim.

8- GÜNEŞ!

Özellikle İngiltere’de yaşayanlar için bu madde çok önemli. Vitamin D eksikliği tiroidin az çalışmasına, tiroidin az çalışması yorgunluğa, depresyona ve daha nice hastalıklara alet oluyor.

Durum bu kadar vahimken, güneşi görüp evde oturmak günah! Güneşten ne kadar faydalanırsanız o kadar iyi.

Eğer İngiltere’de yaşıyorsanız, güneşli her saniyeyi dışarıda geçirseniz de yetmeyebilir. Arada kendinizi güneylere tatile götürün.

Bir iş arkadaşımın dediğine göre, güney tatillerinden edindiğimiz Vitamin D üç ay kadar dayanıyormuş.

Yani, 3 ayda bir tatil alıp güneylere gitmeli 😀

9- Kendinize mesleki yatırım yapın.

Söze terapistin ruhsal hijyen kılavuzu diye başladım, bu konuya geri döneyim. Özellikle terapistlerin bir diğer mesleki sorumluluğu devamlı bir biçimde kendilerini geliştiriyor olmaktır.

İngiltere, bu konuda da akredit terapistlerin her yıl belli bir saat mesleki eğitimlere katılmalarını şart koşmuş durumda.

Şartları bir kenara bırakırsak, kendimizi geliştirmek, yeni bakış açıları kazanmak, yeni insanlarla tanışmak zihnimizi stimüle ederek mesleki tatminimizi ve üretkenliğimizi arttıracaktır.

10-Süpervizyon

Bunu sona yazdım çünkü bu zaten ne kadar tecrübeli olursa olsun, çalışan her terapistin hayatında daima olmalı.

Her terapist, mesleğe başladığı an itibariyle bir süpervizöre ihtiyaç duyar. Sizden daha tecrübeli birinin bakış açısı hem size yol gösterecek, hem de seanslardan üzerinize kalan zor duygularla baş etmenizde size destek olacaktır. Zaman zaman farklı süpervizörlerden süpervizyon almak, ya da grup süpervizyonuna gitmek de mesleki olarak zenginleşmenize olanak sağlar.

Hangi alanda olursanız olun, sizden daha tecrübeli bir meslektaşınız ile belli sınırlar dahilinde bir ilişki kurarak (bu arkadaşlıktan daha profesyonel bir etkileşim olmalı) kendinize bir akıl hocası edinebilirsiniz.

 

 

 

 

Aşk Yaşayanlar İçindir

Gece, yağan yağmurla uyursun,Sabah, bir de bakarsın odan güneşli. (2)Ağladığını istemem ben ölürsem.
Beni en sevdiğin halimle hatırla.
Uzak bir yerde çalıştığımı düşün,
Hayatta olduğuma inan,
Bir gün gelir kendiliğinden
Geçer bütün üzüntün.

Her yeni gelen günü
Yeni bir ümitle beklemeli.
Her yeni gün,
Yeni havalarla gelir.
Gece, yağan yağmurla uyursun,
Sabah, bir de bakarsın odan güneşli.

 

Necati Cumalı

Terapist olarak panik atakla imtihanım…

12049360_10156100427975084_1538708095809920967_n (1)Ömründe ilk kez panik atak geçirmiş/geçirdiğine inanan bir terapist olarak, öncelikle şunu kabul ederek başlayayım yazmaya…

Bu zamana kadar belki yüzlerce panik atak danışanı ile çalıştım.

Onlar bana yaşadıkları korkuyu, bir daha gelir mi, gelirse nerede gelir, ne yaparım diye nasıl yaşamdan geri durduklarını anlatırlatken, ben belki onlara binlerce kez ‘anlıyorum’ diye cevap verdim ve durumu onlarla birlikte adım adım keşfe çıktım.

Hemen hemen her zaman panik atağın üstesinden gelmeyi başardık.

Panik atağı gayet iyi anladığımı düşünüyordum.

Kendi tecrübemden sonra diyebilirim ki, bu defa gerçekten anlıyorum.

Sanıyorum ben geçen haftalarda bir panik atak geçirdim.

Çoğu kişide olduğu gibi benim tecrübemde de geçirdiğim şeyin nörolojik bir şey değil de panik atak olduğuna inanmak gerçekten zordu, o sebepten apar topar Türkiye’ye gittim. Emin olmak için her türlü testi yaptırdım. Yalnızca D vitamini eksikliği çıktı. Yani benim başım o an fizyolojik sebeplerden dönmüş  olabilcekse de, işin korku ve panik kısmını muhtemelen kendi ruh halim doldurdu.

O yüzden benim gözümde bu bir panik ataktır.

Şimdi doktor doktor dolaşan, her defasında kendini hastanenin acil servisine atan, hastalığının kimse tarafından anlaşılmadığını düşünen kişileri de daha iyi anlıyorum.

Benim durumum biraz farklı oldu, ben panik atak geçirdiğimden emin olmak için doktora gittim, panik atak geçirdiğime ikna olunca rahatladım. Ne de olsa bu benim alanım! 🙂

Panik atağın bana getirdiği mesajı çözdüğümde güçlendiğimi hissettim.

Biraz o günden bahsedeyim…

Çok da keyifli bir gündü panik atağın geldiği gün… Alarmsız uyandığım, tamamen kendi bakım-onarımıma ayırdığım günlerden biriydi.

Bazı panik atak mağdurları, atağın ne zaman geleceğini kestiremediklerinden, hatta atakların özellikle mutlu oldukları günler geldiğinden bahsederler. Benimki de biraz öyle oldu. Kendimi şımartmakla meşgul olduğum bir günde geldi ölme korkusu.

O sabah istediğim saatte kalktım, bir şeyler yazdım çizdim, öğlene kadar evde keyif yaptım.

Olay çok büyük bir alışveriş merkezinde tek başıma dolaşırken gerçekleşti.Güzel bir öğle yemeğinden sonra, aklımdan en ufak bir olumsuz düşünce geçmezken…

Bir anda bilincim bedenimi terk etmeye başladı sanki…görüntü duruyor, ama algım yavaş yavaş benden uzaklaşıyordu. Tuhaf bir bulunduğum yere yabancılaşma hissi…

Yere yığılmadan önce bir yere oturmak için bir kaç saniyem var diye düşündüm.

Göz kararması değil de, ‘ben olma’ halini kaybetmek üzere olduğum hissine kapıldım.  O an bana sorsanız, muhtemelen ölüyordum.

Oturduktan sonra işler  hemen iyiye gitmedi. Muhtemelen yaşadığım korkudan kaynaklı bir de kalp çarpıntısı başladı üstüne.

Korkunun ana kaynağı, o anki yalnızlık, kontrolsüzlük, çaresizlik hisleri olabilir.

Bilincim bir yere gitmedi ama korku ve çaresizlik üzerime çöktü.
Zar zor gücümü toplayıp eczanede (Olay Londra’da Boots’da geçiyor) çalışan insanlardan tansiyonumu ölçmelerini istedim, onlar da bunu yapamayacaklarını ve daha iyi hissedene kadar beklememi söylediler. (Nerede bizim eczaneler, nerede Boots… Türkiye’de olsam tansiyon ölçmek ne ki, bir de sakinleştirici yapar öyle gönderirlerdi 😀 )

Gene çaresizlik, anlaşılmamışlık, önemsenmemişlik, tek başınalık duygularıyla kalakaldım.

Kalp krizi mi, beyin kanaması mı, panik atak mı geçiriyorum sorularını kafamda çevirerek, bunun bir panik atak olmasını umarak kendimi daha iyi hissetmeyi bekledim. Semptomlar gerçek idilerse de, zihnimin bir tarafı bunun bir panik atak olabileceğinin farkındaydı.

Bu bir ataksa, ben bunun üstesinden gelebilirim diye düşünerek o an bana iyi geleceğini bildiğim tüm teknikleri uyguladım. Nefes egzersizleri, EMDR’ın çift yönlü uyarımı, olumlamalar…

Biraz su…

Kısa kısa yürüme denemeleri…

15-20 dakika sonra daha iyiydim.

İlk krizi atlattıktan sonra, panik atağın ikinci aşaması geldi.

Bu defa da, şimdi kalkıp buradan çıksam yolda gene böyle olursa, o bayılma hissi geri gelirse ne yaparım korkusu benimle kaldı.

İşte hayatı zehir eden textbook panik atak korkusu!

Ya düşüp bayılırsam?

Ya aslında kalp krizi geçiriyorsam ve etraftaki insanlar bana gerekli müdahaleyi yapmazsa?

Ya kendimi ifade edemeyecek duruma gelirsem, ki 30 dakika önce neredeyse o durumdaydım…

O çaresizlik hissi, ne fena bir şeymiş.

Bir 10 dakika da, bu ‘ ya tekrar gelirse’ endişesi ile boğuşarak geçti.

Bir kaç defa daha kalkıp oturduktan sonra, dışarıda bayılacak gibi olursam en kötü olduğum yere çöküp 999’ı ararım düşüncesinden cesaret alarak kendimi dışarı attım.

Açık hava iyi geldi, eve dönene kadar epey bir kendime gelmiştim. Evde tek başımaydım ama korkmuyordum.

Sonra panik atağın üçüncü aşamasıyla karşı karşıya geldim.

Üçüncü ve son aşama, ertesi sabah evden çıkmadan önce başladı. Ya ben dışardayken gene gelirse? Acaba kahve içersem çarpıntı olur mu? Spora gitmesem mi, ya kalpse ve zorlamak iyi gelmiyorsa? Sanki dünyanın en hasta, en zayıf, en kırılgan insanıyım…

Bu kaygıların üstesinden gelmem kolay oldu.
Eğer bu bir panik ataksa, zaten bir şey olmayacak dedim kendime. Eğer bu başka bir şeyse, mesela beyin kanaması geçireceksem, o zaman dışarıda insanlar arasında olmak, evde tek başıma olmaktan daha iyidir. Korkunun üstüne git.

Çok da gerilmeden çıktım sokağa, kahve de içtim, işe de gittim. Çalışmak bana iyi geldi.(Spora gitmedim gerçi!)

Yılladır, ” Panik atak, bilinçaltımızın bedenimizle bir olup, başka bir şeye ihtiyaç duyduğumuzu bas bas bağırmasıdır!” der dururum. Kendi tecrübeme dayanarak bunu bir defa daha anladım.

Daha testleri yaptırmamışken, bu durumu fiziksel ya da psikolojik bir kriz olarak kabul ederek, danışanlarıma sorduğum soruları bu defa kendime sordum. O gün ne oldu? Olayı düşündüğümde neler ön plana çıkıyor? Neler dikkatimi çekiyor? Benim aslında neye ihtiyacım var?

Sevdiğim bir terapi tekniği, duygunun yerini, şeklini,dokusunu vb. gözümüzün önüne getirip onunla bir diyalog başlatmaktır.

Ben de kendi panik atağıma bir şekil verip, bedenimde yerini tespit ettikten sonra onunla bir diyalog başlattım. Panik atağımın bana söyledikleri gayet anlamlıydı.

Kalbimin üzerine yerleşmiş bir davula benzettiğim panik atak bana şöyle dedi:

”Önceliklerini gözden geçir! Her şeyi aynı anda yapamazsın ve yapmana gerek yok.
Belli bir kapasiten var ve bu kapasite bundan fazlasını almıyor. Gereksiz yere zaman harcadığın şeyleri hayatından çıkar.”

Son zamanlarda içine girdiğim koşuşturmalı süreci düşününce bu bana oldukça anlamlı geldi. Aslında yaptığım işlerden çok keyif alıyor olsam da, herhalde kapasitemin üzerine çıkmış olacağım, ruhum ve bedenim kendim için en iyisini yapayım diye bir oldular ve  bana ölüm korkusuna sardıkları  şu mesajı hediye ettiler:

Az, ama öz çalış. Zamanını boşa harcama. Ruhunun nerede olmaya ihtiyacı varsa, orada ol. Önceliklerini gözden geçir… Fazlalıklardan  kurtul.

O günden beri bir karar vereceğim zaman bu düşünceyi ön planda tutuyorum. Hissettiğim işler yaptıkça her şey daha doğru, daha anlamlı geliyor. Atmam gereken adımları, başka şeyleri araya sokup ertelemeden atıyorum ve hafiflemiş hissediyorum.

Siz de deneyin, işe yarıyor.

 

Mini Terapi#1 Mucize Sorusu

10414615_755637497902199_6937096213416816927_n

Çözüm Odaklı Terapi’nin Mucize sorusu!

Şahsen favori sorularımdan biridir. Bu müdahalenin işe yaraması için biraz hayalgücüne ihtiyacımız var!İyice konsantre olup, mucize bir sabaha uyandığımızı adım adım gözümüzün önüne getirelim… Sahne sahne, en ince detayına kadar ne yaptığımızı zihnimizde canlandırdığımızda, aslında mucizeye gerek olmadan, az bir efor sarfederek yapabileceğimiz ve bizi iyi hissettirecek olan minik detaylar su yüzüne çıkacaktır.

Mini Öneri: Bu egzersizi sizin iç dünyanıza hiçbir şeyi yargılamadan ışık tutan bir terapistle, terapi odasının güvenli ortamında tecrübe etmeniz en ideali, ama isterseniz yanında rahat hissettiğiniz bir arkadaşınızla oturup her saniyeyi kare kare bir film gibi birbirinize anlatabilir, birbirinize sorular sorarak sahneleri istediğiniz kadar detaylandırabilirsiniz.

(Terapötik anlamda verim almak istiyorsanız gerçekçi olun, yok eğlenmek istiyorsanız istediğinizi yapmakta serbestsiniz!:) )

Tek başınıza uygulayacaksanız, rahatsız edilmeyeceğiniz bir ortamda belki yanınıza kalem kağıt alarak bu mucize sabahı yazıya dökmek de tatlı bir seçenek. (Hem de evrene mesaj göndermek gibi, secret gibi bir şey!)

Serinin tamamını görmek için Facebook sayfasını takip edin!

%d bloggers like this: